
Biz internet nedir bilmeyenlerdeniz.
Hayatın en büyük eğlencesi, mahallede kurulan bir çemberin içine girip sek sek oynamaktı. Saklambaçta “ebe” olmamak için nefes nefese koşar, yakan topun acısını kahkahalara karıştırırdık. Bizim zamanımızda sanal dünyalar yoktu, biz kendi dünyamızı kendi ellerimizle kurardık.
Bizim çocukluğumuzda iki bisküvi arasına bir lokum koymak bayram şekeri yemek gibiydi. Sarelle’nin tadı damağımızda kaldı çünkü o sadece kahvaltı için değil, küçük mutlulukların anahtarıydı. O günlerde lüks dediğimiz şey, sobanın üstünde kızaran ekmekti, yanında da annemizin elleriyle demlediği çay.
Biz yokluğu bilenlerdeniz.
Altımıza hazır bez bağlanmadı, annelerimizin çilesi sabunlu suyla, kaynayan kazanlarla doluydu. Hazır mama yoktu, o yüzden süt yerine süt tozu içtik. Ama şikâyet etmedik. Çünkü biliyorduk ki hayat şikâyet ederek değil, sabrederek güzelleşiyordu. Kıyafetlerimiz ikinci eldi; abiden, abladan kalanlar küçüğe devrolurdu. Ayağımızda lastik ayakkabı, üstümüzde yamalı kazak vardı ama içimizde büyük bir sevgi, dışarıda da dostluk vardı.
Biz Anadolu’nun Anadolu olduğunu bilenlerdeniz.
Mahalle bakkalının veresiye defteriyle, manavın gönül terazisiyle, komşunun ikramıyla büyüdük. Çocuk aklımızla bile şunu öğrendik: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Bu söz sadece bir öğüt değil, yaşam biçimiydi. Paylaşmayı kanımızda taşıdık.
Çamurlu sokaklarda yalın ayak oynarken, düşüp dizimizi yaraladığımızda öğrendik hayatın gerçek yüzünü. Toprak kokusunu içimize çekerek, bahar geldi mi papatya taçları yaparak, yazın kavun karpuzla serinleyerek büyüdük. Bizim lüksümüz, yaz akşamı elektrikler kesildiğinde balkonlarda ailece edilen sohbetlerdi. O sohbetlerde kardeşlik, dostluk, samimiyet vardı.
Bugün elimizin altında her şey var. Çocuklar tabletlerle büyüyor, oyunlar ekranların içine sıkıştı. Süt var, mama var, bez var, hatta oyuncak ordusu var. Ama bir eksik var: O da kalpten kalbe geçen samimiyet. Belki de bu yüzden mutlu olmayı unuttuk.
Bizim kuşağımızın farkı şuydu: Az ile mutlu olmayı bilirdik.
Çünkü azın aslında çok şey öğrettiğini gördük. Paylaşmayı, sabretmeyi, şükretmeyi, üretmeden tüketmemeyi öğrendik. Bizim için bir ayakkabı alınması bayram sebebiydi, bir elma ikiye bölünürken eşit olması büyük bir adaletti.
Belki de bu yüzden biz, geleceğe hâlâ umutla bakabiliyoruz. Çünkü biliyoruz ki Anadolu’nun kalbi hâlâ atıyor. Hâlâ çamurlu sokaklarda çocuklar var, hâlâ imeceyle tarlasını süren köylüler var, hâlâ komşusuna aş götüren kadınlar var. Yokluğu bilen, yokluğa çare bulan insanlar oldukça bu topraklar tükenmeyecek.
Ve biz, yoklukla sınanan o kuşak, bolluk içinde yalnızlaşanlara şunu hatırlatıyoruz:
Gerçek mutluluk, iki bisküvi arasına bir lokum koyup kardeşinle paylaşabilmektir.