
İnsanlık tarihi, tekerrür eden hataların, çıkarılan derslerin ve geleceğe dair umutların karmaşık bir örüntüsünü sunar. Ancak, bu örüntü içinde en tehlikeli olanı, geçmişin travmalarını yeniden yaşama potansiyeli taşıyan eylemlerdir. Son zamanlarda duyulan ve yukarıda belirtilen söylemler, tam da bu tehlikeyi işaret etmekte, geçmişin acılarını yeniden tetikleme ve toplumu derin bir uçuruma sürükleme riski taşımaktadır. Bu türden açıklamalar, sadece siyasi birer hamle olarak değerlendirilemez; toplumsal huzuru, ekonomik istikrarı ve ulusal birliği tehdit eden potansiyel birer felaket senaryosu olarak ele alınmalıdır.
Geçmişin yaralarını sarmaya çalışırken yeni yaralar açmak, bir ulusun kolektif hafızasına vurulan bir darbedir. Her toplumun, kendi geçmişinde yaşadığı travmalar, çatışmalar ve ayrışmalar vardır. Bu travmalar, nesilden nesile aktarılarak toplumun kimliğinin ve değerlerinin bir parçası haline gelir. Bu nedenle, geçmişle yüzleşmek, ondan ders çıkarmak ve geleceği inşa ederken bu acılardan sakınmak, her sorumlu liderin ve her aydın bireyin görevidir. Ancak, siyasi çıkarlar uğruna geçmişin acılarını yeniden gündeme getirmek, toplumu ayrıştırmak ve çatışma ortamı yaratmak, son derece tehlikeli ve sorumsuz bir davranıştır. Unutulmamalıdır ki, geçmişin yaraları henüz tam olarak sarılmamışken, yeni yaralar açmak, toplumun iyileşme sürecini sekteye uğratır ve derin bir güvensizlik ortamı yaratır.
Halkı kışkırtmak ve iç savaşa sürüklemek, bir ülkenin karşılaşabileceği en büyük felaketlerden biridir. İç savaşlar, sadece can kayıplarına ve maddi hasara yol açmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun sosyal dokusunu da derinden yaralar. Aileler dağılır, dostluklar biter, komşular birbirine düşman olur ve gelecek nesiller için umut kalmaz. Üstelik, iç savaşların yaraları kolay kolay sarılmaz, nesiller boyu süren bir travma olarak toplumun hafızasında kalır. Bu nedenle, halkı kışkırtmak ve iç savaşa sürüklemek, sadece siyasi bir hata değil, aynı zamanda insanlık suçudur. Sorumlu liderler, halkı birleştirmek, uzlaştırmak ve ortak bir gelecek vizyonu yaratmakla yükümlüdürler. Kışkırtıcı söylemler yerine, diyalog, hoşgörü ve karşılıklı anlayışı teşvik etmeleri gerekir.
Ülke ekonomik yönden zor günler yaşarken bir de sağ, sol dayatmasını çıkarttırmak, akılcı bir yaklaşım değildir. Ekonomik krizler, genellikle toplumun tüm kesimlerini etkiler ve yaşam standartlarını düşürür. Bu gibi durumlarda, sağduyulu bir yaklaşım sergilemek, birlik ve beraberlik içinde hareket etmek ve ortak çözümler aramak gerekir. Ancak, siyasi kutuplaşmayı körüklemek ve sağ, sol gibi ideolojik ayrımları derinleştirmek, ekonomik krizin etkilerini daha da artırır ve toplumun dayanışma gücünü zayıflatır. Unutulmamalıdır ki, ekonomik istikrar ve kalkınma, ancak toplumsal huzur ve siyasi istikrarla mümkündür. Bu nedenle, ekonomik zorlukların yaşandığı dönemlerde, siyasi liderlerin daha sorumlu davranması, toplumu birleştirici bir dil kullanması ve ortak hedeflere odaklanması gerekir.
“Gücünüz yetiyorsa darbe yapın fakat halkı bu savaşa sokmayın” şeklindeki bir ifade, demokrasiye olan inancın ve sivil siyasete olan bağlılığın bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Darbeler, demokrasiye vurulan en büyük darbelerden biridir ve bir ülkenin siyasi istikrarını ve toplumsal huzurunu derinden sarsar. Darbeler, sadece hükümetleri devirmekle kalmaz, aynı zamanda temel hak ve özgürlükleri kısıtlar, ifade özgürlüğünü engeller ve toplumun her kesiminde korku ve baskı ortamı yaratır. Bu nedenle, demokrasiye inanan ve sivil siyaseti savunan herkes, darbelerin her türlüsüne karşı çıkmalı ve demokrasinin korunması için mücadele etmelidir. Ancak, darbelere karşı çıkarken halkı sokağa dökmek ve iç savaşa sürüklemek de doğru bir yaklaşım değildir. Demokrasinin korunması ve güçlendirilmesi, ancak sivil toplumun katılımı, hukukun üstünlüğü ve adil seçimlerle mümkündür.
Sonuç olarak, tarihi tekerrür ettirmek, bir toplumun kendi geleceğini karartmaktan başka bir işe yaramaz. Geçmişin acılarından ders çıkarmak, toplumu birleştirmek, ekonomik istikrarı sağlamak ve demokrasiyi güçlendirmek, sorumlu liderlerin ve aydın bireylerin temel görevidir. Kışkırtıcı söylemlerden kaçınmak, diyalog ve hoşgörüyü teşvik etmek, ortak hedeflere odaklanmak ve halkı sokağa dökmek yerine sivil siyaseti savunmak, daha aydınlık ve müreffeh bir geleceğin anahtarıdır. Unutulmamalıdır ki, bir ülkenin en büyük gücü, halkının birliği, beraberliği ve ortak aklıdır. Bu gücü korumak ve geliştirmek, hepimizin sorumluluğundadır. Aksi takdirde, tarihi tekerrür ettirmek, sadece bir toplumun çöküşünü hızlandırır.