
20
Psikolog Gözüyle Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Üzerine Düşünceler
Her yıl 23 Nisan yaklaştığında sokaklar çocuklarla dolar, şiirler okunur, bayraklar sallanır, minik eller alkışlar eşliğinde sahneye çıkar. Yüzler güler, okullar süslenir, müzikler yankılanır. Ama biz yetişkinler olarak, bu coşkunun ötesine bakabiliyor muyuz? Bu günü yalnızca bir kutlama olarak mı görüyoruz, yoksa çocukların dünyasına dair daha derin bir yüzleşmeye de alan açabiliyor muyuz?
Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Nisan’ı yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış tarihi olarak değil, çocuklara armağan edilmiş bir gün olarak tanımlaması; bir liderin vizyonunun ötesinde, bir insanın çocukluğa duyduğu saygının ifadesidir. Çünkü çocukluk, yalnızca hayatın ilk yılları değil; bir toplumun geleceğini belirleyen en temel yapıdır. Ve o temel, ne kadar sağlam atılırsa; bireyler o kadar özgüvenli, sağlıklı ve huzurlu olur.
Bir psikolog olarak her gün çocuklarla ve onların iç dünyasında yankılanan görünmez sorularla karşılaşıyorum:
“Ben yeterince iyi miyim?”
“Seviliyor muyum?”
“Korkularımı anlatabilir miyim?”
“Hatalarımda da kabul görüyor muyum?”
Bu sorular çocukların bilinçli dilleriyle değil ama davranışlarıyla, bakışlarıyla, oyunlarıyla bize fısıldadıkları gerçeklerdir. 23 Nisan da aslında tüm bu duyguların görülmesini, duyulmasını, ciddiye alınmasını talep eder. Çocuklara sadece sahnede mikrofon verilmesini değil, yaşamda da söz hakkı tanınmasını ister.
Günümüzde ne yazık ki çocukların pek çoğu yalnızca başarılı olduklarında değerli hissediyor, sadece “uslu” davrandıklarında sevilmeye layık olduklarına inanıyor. Oysa duygusal gelişim, sınav başarılarından, yabancı dil seviyelerinden çok daha önce gelir. Güvenli bağlanma, koşulsuz kabul, duygu düzenleme becerileri; hayatın temellerini oluşturur. Bu beceriler gelişmedi