KABULLENMEKTEN BAŞKA ÇAREM YOK BİLİYORUM AMA «

10 Temmuz 2025 - 02:03

KABULLENMEKTEN BAŞKA ÇAREM YOK BİLİYORUM AMA

KABULLENMEKTEN BAŞKA ÇAREM YOK BİLİYORUM AMA
Son Güncelleme :

08 Temmuz 2024 - 16:11

24 views

Bu Makalemde sizler ile dertleşmek istiyorum.  Bayram geldi geçti ama bana bayram yok ki. OĞLUM GENCECİK VEFAT ETMİŞ BANA BAYRAM MI OLUR? OĞLUMU BEKLERİM EVİME.   Evladımın elim bir kaza sonrası çok erken aramızdan ayrılmasını vefatını yokluğu kabullenmekten başka çarem olmadığını biliyorum.

Ancak, bunu aklım kabul etse yüreğim kabul etmiyor, neden, niçin niye cevapsız bin bir soru kafamda. Hangisini düşünsem yüreğim daha çok acır bilmiyorum.

Her daim yeniden içim acır acır kanar hiç dinmez. Zaman usul usul geçerken ailecek artık kucak dolusu sevinmelerimiz kalmadı.  Ah yavrum ah dokunamadan, konuşamadan, koklayamadan vedasız gittin.

Geçen sene bu zamanlar çaktırmadan veda etmiş bilmeden.12 kişi bayan arkadaşlarım komşularım ile yaptığım Kurban Bayramı Erdek gezimizde ısrarla bizimle birlikte eşi ve eşinin Abisi 100 de 90  engelli bakımını üstlendiği kayınbiraderi Halil ile geldiler.  Bu kadar yaşlı hanım ile sıkılırsın oğlum desem de anneciğim yabancı değillerdi demişti. Evet ya o doğmadan olan 45-46 yıllık çocukluk arkadaşlarım ya da 25 yıllık aynı bina komşularım ile birlikte Erdek Narlı gittik.

TÜED (Türkiye Emekliler Derneği Kampı) Denize sıfır Muazzam bir Tesis yemekler şahane Akşamları Canlı Müzik eşi ile ben Gelin Kaynana göbek attıkça videolar, Resimlerimizi çekti. Arkadaşlarıma teyzelerine Çaylar Kahveler aldı getirdi,  İlk kez Denize giden 50 yaşında olan Kayınbiraderi Halil ile nasıl güzel ilgileniyordu. Kahvaltısı, yemekleri giyinmesi wc ihtiyaçlarını yaptırıp. İlk kez Deniz ile tanıştırıp yüzdürmeye çalışması 1 hafta boyunca benim arkadaşlarım ve tüm kampa katılanların takdiri sevgisini kazanmıştı, yönetim ve idari personelin takdiri sevgisini kazanmıştı. Ve ayrılırken bizi arabamıza kadar uğurlayan Sayın TÜED Genel Sekreteri Abdulkadir Ersal’ın, Tesis Müdürü Karizmatik Sayın Birol beyin sevgilerini hiç unutamıyorum.  Umut’um kendisi çok isteği Babalık duygusunu tatmaktan fedakârlık etti eşinin abisi ile ilgilendiler.

Çocuk sahibi olamadı. Belki de hayırlısı buymuş. Neylerse Rabbim güzel eğler. Geride babasız yetim bir çocuk kalacaktı. Yavrum tersten gelen motorun çarpması neticesinde arabasından indikten sonra bu dayanılmaz kazayı yaşayınca kafa üstü düştüğü için, Kafa Travması sonucu vefat etti. Yaşasa felç kalma veya bitkisel yaşam ihtimali çok yüksekti dendi.

Böyle yaşaması onun için de benim için de onu öyle görmek her gün ölmek olurdu. Allah’ım yavrumu toprak incitmesin. Mekânı Cennet olsun. Kadersiz oğlum arkasından dua etmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok. Dövünsem de de ağlayıp yüksek tansiyon kalp sıkışmaları ile bayılıp acillerde gözümü açsam da geri gelmeyecek.   Yolunu gözlemek, otoparka her giren aracı onun zannetmek, geliyor diye gözlemek hiç bitmiyor içim kanıyor, yanıyor.

Yazı geçirmek için Alanya’ya geldim baba memleketimdeyim. Her sene beraber gittiğimiz yerler, oturduğumuz yemek yediğimiz birlikte Denize girdiğimiz yerler, Alanya’daki komşularımız bile onunla anıları unutamaz iken ben nasıl unutayım ki. 7 den 70 e herkesin çok sevdiği beyefendi benim gururum idi.

Ah ah ben henüz kabullenemezken Miras paylaşımı için yapılan Mahkeme müracaatları da kanayan yarama tuz basıyor. Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar baba bile böyle vefat eden evladından Miras peşine düşer Mahkemeleri aşındırır ise nasıl harcıyabilecek, boğazından geçecek,iş yerinden aldıkları tazminat maaş o hiç hakkı olmadığı avanta diye tabir ettikleri o paraları bilmiyorum.

Allah’ım iyi ki yavrum uçup gitti bu çirkef dünyadan, tertemiz kuş gibi hafif herkese yardım eder, yalnız yaşlılara cuma günleri yemek götürür, huzurevlerini ziyaret eder hediyeler götürür, burs verip öğrenciler okuturdu.         Eşinin kullandığı ek kredi kart borçlarını yavrum yerinde rahat yatsın diye vefatından sonra ben ödedim.

Bu nasıl acımasız yalan dünya.  Sevdiklerinizin kıymetini yaşarken bilin, her an son veda gibi öpüp koklayın.

Allah’ım bana sabır dayanma gücü kuvvet ver.

Hiç bir anne evlat acısı görmesin.

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

BENZER HABERLER

“50 Lira’nın Hesabı” – Bir Neslin Matematikle İmtihanı   Yazan: gazete35’in sesiyle  Marketin raflarında fiyat etiketlerine göz gezdiren genç bir kız… Kasaya yöneliyor, elinde birkaç parça ürün. Tutar 50 TL. Cebinden bir 100’lük çıkarıyor. Kasiyer, “Bozuk yok,” diyor. Genç kız tereddütsüz ikinci bir 50 TL çıkarıp veriyor. Kasiyer de 100 TL’yi iade ediyor. Ve soru geliyor: “Tamam mı?”    Bu bir alışveriş değil yalnızca. Bu bir çağın röntgeni.  Yanıt daha da çarpıcı: “Siz öyle diyorsanız doğrudur.”  Burada duralım. Bu iki cümle, yalnızca bir matematik problemi değil. Bu, bir özgüven sorgusu. Bu, eğitim sistemimizin aritmetiğini yitirmesinin kanıtı. Ve evet, bu, “Kim Milyoner Olmak İster?” tarzında bir şaşkınlık anı.  ❖  Bugünün gençliğine eleştiri kolay. “Z kuşağı matematik bilmiyor,” demek hızlı bir yargı. Ama esas soru şu: Bu gençler bu hale nasıl geldi? Onlara sadece formül ezberleten, işlem pratiğini tablet oyunlarına kaptıran, okuduğunu anlamaktan çok test çözmeye zorlayan bir sistemin ürettikleri değil mi onlar?  Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gençlik hayali, ne ara “doğruyu başkasından duymayı bekleyen” bir güven bunalımına evrildi?  ❖  Matematik dört işlemden ibaret değil. Matematik, düşünmenin kurgusudur. Akıl yürütmenin temeli, mantığın simetriğidir. 100’den 50 çıkınca kalan 50’dir elbette, ama biz bu hesabı yalnız parayla değil; akılla, sistemle, tutumla da yaparız.  Bir nesil, “Tamam mı?” sorusunu kendi zekâsına değil de başkasının otoritesine bırakıyorsa, bu sadece matematik kaybı değil; bu, özgüven erozyonudur.  ❖  Atatürk yaşasaydı, belki Nutuk’un bir bölümünü şöyle yazardı:   “Ey Türk gençliği! Bilim ve mantık yolundan ayrılma. Hesap bilenin değil, düşünebilenin yoludur.”    Şimdi soralım kendimize: Biz gençliğe denklem çözdürmeye mi çalışıyoruz, yoksa onlara yaşamın formülünü vermeye mi?
“50 Lira’nın Hesabı” – Bir Neslin Matematikle İmtihanı Yazan: gazete35’in sesiyle Marketin raflarında fiyat etiketlerine göz gezdiren genç bir kız… Kasaya yöneliyor, elinde birkaç parça ürün. Tutar 50 TL. Cebinden bir 100’lük çıkarıyor. Kasiyer, “Bozuk yok,” diyor. Genç kız tereddütsüz ikinci bir 50 TL çıkarıp veriyor. Kasiyer de 100 TL’yi iade ediyor. Ve soru geliyor: “Tamam mı?” Bu bir alışveriş değil yalnızca. Bu bir çağın röntgeni. Yanıt daha da çarpıcı: “Siz öyle diyorsanız doğrudur.” Burada duralım. Bu iki cümle, yalnızca bir matematik problemi değil. Bu, bir özgüven sorgusu. Bu, eğitim sistemimizin aritmetiğini yitirmesinin kanıtı. Ve evet, bu, “Kim Milyoner Olmak İster?” tarzında bir şaşkınlık anı. ❖ Bugünün gençliğine eleştiri kolay. “Z kuşağı matematik bilmiyor,” demek hızlı bir yargı. Ama esas soru şu: Bu gençler bu hale nasıl geldi? Onlara sadece formül ezberleten, işlem pratiğini tablet oyunlarına kaptıran, okuduğunu anlamaktan çok test çözmeye zorlayan bir sistemin ürettikleri değil mi onlar? Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gençlik hayali, ne ara “doğruyu başkasından duymayı bekleyen” bir güven bunalımına evrildi? ❖ Matematik dört işlemden ibaret değil. Matematik, düşünmenin kurgusudur. Akıl yürütmenin temeli, mantığın simetriğidir. 100’den 50 çıkınca kalan 50’dir elbette, ama biz bu hesabı yalnız parayla değil; akılla, sistemle, tutumla da yaparız. Bir nesil, “Tamam mı?” sorusunu kendi zekâsına değil de başkasının otoritesine bırakıyorsa, bu sadece matematik kaybı değil; bu, özgüven erozyonudur. ❖ Atatürk yaşasaydı, belki Nutuk’un bir bölümünü şöyle yazardı: “Ey Türk gençliği! Bilim ve mantık yolundan ayrılma. Hesap bilenin değil, düşünebilenin yoludur.” Şimdi soralım kendimize: Biz gençliğe denklem çözdürmeye mi çalışıyoruz, yoksa onlara yaşamın formülünü vermeye mi?